google.com, pub-4218368915119241, DIRECT, f08c47fec0942fa0 google.com, pub-4218368915119241, DIRECT, f08c47fec0942fa0 google.com, pub-4218368915119241, DIRECT, f08c47fec0942fa0 Finansal Göz: Varlığa Dayalı Menkul Kıymet

15 Mayıs 2017 Pazartesi

Varlığa Dayalı Menkul Kıymet

Önceki yazımda ABD’de küresel finans krizinin nasıl oluştuğunu özetlemeye çalışmıştım. Krizle birlikte yüzlerce banka batıp, ekonomide de ciddi problemlerin ortaya çıkması ile Amerikan Merkez Bankası Fed hızlı bir şekilde faizleri %0,25’e kadar düşürdü. Bankalar bu oranı geçmemek koşuluyla fon alışverişi yapıyordu. Bu oranın %0,07’e kadar düştüğü de oluyordu. Fed faizleri düşük tutarak ekonomiyi canlandırmaya çalışıyordu. Bir süre sonra bunun yeterli olmadığı görüldü ve parasal genişleme süreçleri başladı. Fed bir para politikası aracı olan açık piyasa işlemleri ile bankalardan varlığa dayalı menkul kıymetleri ve çoğunluğu Amerikan hazinesine ait tahvil ve bonoları alarak piyasaya likidite enjekte etti. Birbiri ile iç içe de geçmiş 4 büyük parasal genişleme uygulaması ile Fed bilançosunu 0,9 trilyon Dolardan, 4,5 trilyon Dolara kadar çıkardı. Yani Fed para basıyor, basılan para ile bankaların elindeki söz konusu menkul kıymetleri satın alıyor, böylece piyasaya nakit sunuyordu. Küresel kriz tüm dünyayı etkilediği için İngiltere Merkez Bankası, Japonya Merkez Bankası ve Avrupa Merkez Bankası da Fed gibi parasal genişleme uygulamalarına başvurdu. Fed bu uygulamaları sonlandırdı ve 2015 yılı Aralık ayı ile birlikte tekrardan faiz artışlarına başladı. Muhtemelen 2017 yılının sonlarına doğru Fed, bilanço küçültmeye başlayacak. Yani piyasaya enjekte ettiği devasa likiditeyi piyasadan yavaş yavaş çekecek.

Küresel krizden çıkışta izlenen en önemli ekonomik göstergelerin büyüme, işsizlik ve enflasyon oranı olduğunu söyleyebiliriz. Küresel krizle birlikte büyüme oranı düşmüş, işsizlik oranı artmış ve enflasyon oranları da negatif değerlere ulaşmıştı. Şimdi ise ABD’de büyüme ve işsizlik oranları makul seviyelere gelirken enflasyon oranı hala istenen düzeylerin altında bulunmaktadır. Bu süreçte ABD ekonomisinde olup bitenleri ilgili yazıdan öğrenebilirsiniz. Özetle Fed’in, uyguladığı düşük faiz politikası ve parasal genişleme ile ABD ekonomisinin krizden çıkmasına önemli katkılar sunduğunu söyleyebiliriz.

Türkiye’de bozulan ekonomik görünümü düzeltebilmek için KGF kapsamında yani devletin kısmen garantisi ile bankalar tarafından işletmelere 160 milyar TL tutarında (250 milyar TL’ye kadar çıkabilecek) kredi kullandırıldı. Diğer taraftan mevduat kredilerdeki artışa yetişemedi ve Kredi / Mevduat oranı Mart ayı itibariyle %121’e kadar çıktı. Bu durum bankaların yeni kredi kullandırmalarının önünde bir engel olarak duruyor.  Mevduatın düşük hızlarda artmasının en önemli nedeni son dönemdeki negatif reel faizler. Yani mevduat sahiplerinin satın alma güçleri artmıyor. Dolayısıyla tasarruf sahipleri döviz hesaplarına yönelerek kurdaki artışa yatırım yapıyorlar. Bankalar da tasarruf sahipleri dövize yönlendiği için bilançosunu dengeleme adına dövizli kredi kullandırmak istiyor ancak bu konuda zorlanıyor. Hal böyle olunca da bankaların açık pozisyonu, döviz kurundan kaynaklı riskleri artıyor.

Bankaların en önemli kaynağı mevduat olsa da, şüphesiz tek kaynakları mevduat değil. Özelikle yurtdışı borçlanmalar önemli bir kaynak olarak karşımıza çıkıyor. Ancak orada da kredi notumuzun düşmesinden kaynaklı sorunlar var. Bankalar yeni borçlanma yapamıyor sadece mevcut borçlarını yenileyebiliyorlar. Diğer taraftan bu yenileme daha yüksek faizler ile gerçekleşiyor. Yani mevduat yolu ile fon sağlamak zorlaştığı gibi, yurtdışından fon sağlama imkânları da oldukça sınırlı.

Mevduatın yeterince artmadığı, dış finansman olanaklarının da sınırlı olduğu bir ortamda banka senedi adı altında bankaların varlığa dayalı menkul kıymet ihraçları gündeme geldi. Bankalar kullandırdıkları kredilerden kaynaklı alacaklarını paket halinde yeni bir finansal türev ürüne dönüştürecek ve bu ürünün satışı ile likiditeye kavuşabilecekler. Böylece bankalar kredilerden sağladıkları gelirleri paylaşmış olacakları gibi riski de türev ürünü satın alan yatırımcılar ile paylaşmış olacaklar. Belki söz konusu ürünü ABD’deki gibi sigorta şirketleri de sigortalayarak risk üstlenecek, pastadan pay almaya çalışacaklar. Böylece bankalar daha fazla kredi verme imkânına kavuşabilecekler. Ancak önceki yazımda anlatmaya çalıştığım üzere, küresel finans krizi söz konusu türev ürünler iyi yönetilemediği için ortaya çıktı. Kullandırılan kredilerin geri ödenmeme oranlarındaki artışla birlikte sigorta şirketleri ve bankalar teker teker batarak tüm dünyayı yıllarca etkileyen küresel bir kriz ortaya çıktı. Biz oradaki tecrübeden şüphesiz faydalanabiliriz. Ancak olayın ikinci bir boyutu da var.

Merkez Bankasının, bankaların ihraç ettiği varlığa dayalı menkul kıymetleri satın alarak bankalara likidite sunabileceği belirtildi. Yukarıdaki paragrafta anlatılan kısım bir risk taşımasına rağmen finansal piyasaların yeni bir ürüne kavuşacak olmasından dolayı makul karşılanabilir. Söz konusu türev ürünler yerli yabancı yatırımcıların ilgisine sunulur ve finansal piyasalarda işlem gerçekleşir. Ancak bu ürünleri doğrudan Merkez Bankasının satın alacağının ifade edilmesi bence çok uygun değil. Fed ve diğer gelişmiş ülkelerin merkez bankaları uyguladı kısmen de başarılı oldular. Dolayısıyla biz de parasal genişleme uygulayabiliriz deniliyorsa da yine çok uygun değil. Peki neden?

1)      Yerli ve yabancı yatırımcıların bu ürünleri almayacağı o yüzden Merkez Bankasının bu ürünleri almak durumunda olduğu yönünde kötü bir algı oluşturabildiği için,
2)      Fed, İngiltere, Japonya ve Avrupa Merkez Bankalarının krizden çıkış için uyguladığı stratejinin, biz de ortada kriz yokken uygulanması finansal bir krizi tetikleyebileceği için,
3)      Türk Lirası rezerv para birimi değil. Fed para basıp dağıtırken birçok ülke rezervlerini Dolar cinsinden tutuyor ve Amerikan tahvillerine yatırım yaparak değerlendiriyor. Aynı zamanda Dolarizasyon yaşanan bir ülke olduğumuz için,
4)      ABD ve gelişmiş ülkeler küresel krizle birlikte negatif enflasyon yani deflasyon ile karşı karşıya kaldılar. Faizlerin çok düşük tutulması ve olanca para basımına rağmen enflasyon oranları makul kabul edilen %2 seviyesinin hala altında. Biz de ise yüksek enflasyon söz konusu olduğu için.

Belirttiğim nedenlerden dolayı banka senedi olarak isimlendirilen, bankaların varlığa dayalı menkul kıymetlerinin Merkez Bankası tarafından satın alınmasını doğru bulmuyorum. Benim doğru bulmamam pek bir şey ifade etmeyebilir. O zaman olacaklara kafa yoralım.

Merkez Bankasının söz konusu türev ürünleri bankalardan satın almak için para basması, enflasyonu daha da artıracaktır. Enflasyon artışı faizlere yansıyıp faizler artacak ve enflasyon ve faiz oranlarının birbirini olumsuz olarak etkilediği kısır bir döngüye gireceğiz. Bu durum sürdürülebilir mi? Bir süre belki. 1994’te yaşanan kriz sonrasında yapısal reformlar yapılmadan düşe kalka devam ettiğimiz sürecin sonunda Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizleri ile karşılaşmıştık. Şimdi de birkaç yıl yüksek enflasyon ve yüksek faiz oranları ile, muhtemelen buna artan bütçe açıkları da eklenecek, devam edebiliriz. Sonrasında faturayı hep birlikte ödeyeceğiz diyeceğim ama pek de öyle olmuyor. Bu süreçler de gelir dağılımı adaletsizliği artıyor ve zengin daha zengin fakir de daha fakir oluyor. O yüzden faturayı çoğumuz ödeyeceğiz demek daha doğru…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder