Merkez Bankası 12 Haziran toplantısında
faiz oranlarında bir değişikliğe gitmedi, bir hafta vadeli repo faiz oranını
%24 olarak bıraktı. Piyasa beklentisi de bu yöndeydi. Ancak 25 Nisan tarihli
toplantısında faiz oranını yine %24 olarak sabit bırakmış ancak karar metninden
“… ihtiyaç duyulması halinde ilave parasal sıkılaştırma yapılabilecektir.” ifadesini
çıkarmıştı. Bu da kurlarda hareketi beraberinde getirmişti. Çünkü bu karar, “bir
sonraki adım faiz indirimi şeklinde olacaktır” şeklinde yorumlanmıştı. Piyasa
da mevcut riskler dikkate alındığında buna hazır olmadığını göstermişti. O
tarihte içeride İstanbul seçimi belirsizliği vardı. Dışarıda ise S-400 konusundaki
gerilim tırmanıyordu. Bu ifadenin çıkarılmasından sonra yaşanan gelişmelerden
dersler çıkarıldığı belirtilebilir.
Faiz oranları çok mu yüksek?
Sadece gelişmekte olan ülkeler ile
kıyaslandığında değil, kendi sınıfımızın altında kalan ekonomiler ile
kıyaslandığında da faiz oranımız oldukça yüksek. Peki, yüksek faizin bize nasıl
bir faydası var? Merkez Bankası bununla ne hedefliyor? Kısaca belirtirsek
temelde iki etkisi var enflasyon üzerinde yüksek faizin. Malum, Merkez Bankası’nın
amacı fiyat istikrarı, enflasyon ile mücadele. Merkez Bankası sıkı para
politikası ile (bunu yüksek faiz olarak düşünebilirsiniz) iç talebi
baskılayarak fiyat artışlarını kontrol altında tutmaya çalışıyor. Diğer
taraftan yüksek faiz ile sıcak paranın ülkemize gelmesini teşvik ederek kur
üzerinde etkide bulunuyor.
Alanımız Var mı?
Merkez Bankası temelde faiz oranlarını
kullanarak fiyat istikrarını hedeflediğine göre, enflasyon ve faiz oranlarını
karşılaştırmak gerekiyor. Mayıs ayında yıllık enflasyon oranımız %18,71 iken
faiz oranımız %24. Reel faiz kabaca %5. Buradan bakılınca faiz indirimi için bir alan
olduğu görülebilir. Ancak bu alan çeşitli riskler ile dolu. Yani alanımız var
ama yerimiz yok! Yukarıda da değindiğimiz gibi içeride seçim, dışarıda S-400
konusu ön planda. Ülke riskini yansıtan önemli göstergelerden biri olan CDS
primi yılbaşında 300’lü seviyelere kadar geriledikten sonra ki bu seviyeler
bile çok yüksektir, bu süreçte 500’lerin üzerinde çıktı ve bugünlerde 460 – 470’li
seviyelerde bulunuyor. Risklerinizi azaltmadan başka bir ifade ile önemli bir
gösterge olan CDS primini düşürmeden bir faiz indiriminin konuşulması bile kurlarda
artış ile karşılık buluyor. Kurlardaki artış da enflasyona ciddi etkilerde
bulunuyor. Yine, büyük miktarda dış borca sahip özel kesimin karlarını eritiyor,
bir kısmını da iflasa sürüklüyor.
Yüksek faiz üretimi vurmuyor mu?
Yüksek faiz oranları reel kesimin
finansmana ulaşmasının zorlaşması demektir. Örneğin yüzde 30 faizle borçlanan
bir firma nasıl bir üretim ve ticaret ile bu oranın üzerinde bir kazanç
sağlayıp borcunu ödeyecektir? Şüphesiz ekonomide çarkların dönmesini
zorlaştıran bir unsurdur yüksek faiz. Bunu ekonomik daralma olarak da görüyoruz
zaten.
Mudiler yüksek faizden memnun mu?
Yüksek faizlerden üretici memnun değil
peki bankada parası olan tasarruf sahipleri bu durumdan memnun mu? Nihayetinde yüksek
kazanç elde ediyorlar! Bu kesinlikle doğru değil. Bankaya para yatırmış olmak
size enflasyonun üzerinde bir kazanç sağlamıyorsa çok da anlam ifade etmez.
Peki, mudilerin reel faizi pozitif mi? Yani enflasyonun üzerinde bir kazanç
sağlayabiliyorlar mı? Bu sorunun cevabı hayır olarak verilebilir. Hatta 2014
yılından bu yana reel faizin negatif olduğu, yani mudilerin elde ettiği net
faizin enflasyonun altında kaldığı başka bir ifade ile satın alma güçlerinin
azaldığı belirtilebilir. Bu konuda aşağıda yer alan yazılara göz atabilirsiniz:
Yüksek Olan Faiz mi?
Faizler Neden Arttı?
Buradan
mevduatın reel faizi %5-10 olsun mudiler oturduğu yerden güzel paralar kazansın
gibi bir düşünce çıkarılmasın. Mevduat risksiz sayılabilecek (100.000TL’ye
kadar devlet güvencesinde) bir yatırım aracıdır. Riski az olduğu için getiri de
az olmalıdır. Tamam, ancak negatif olması da sürdürülebilir değildir. Bu sefer
farklı sorunlar karşınıza gelir. Nitekim yabancı paranın mevduat içindeki oranı
%50’yi çoktan aşmıştır. Yerli yatırımcının dolara yönelmesi dışarıdan görece
bol kaynak sağladığımız dönemlerde bile kurların geri gelmesini
engellemektedir. Son yıllarda yabancının döviz satıp yerlinin bunu karşıladığı
dönemler olmuştur. Bir de işin yatırımcı psikolojisi üzerindeki etkisine bakmak
gerekir. TL’ye güvenen yatırımcıların her seferinde yüksek faiz ile mevduat
hesabı açtığını düşünerek başladığı yatırım süreci, arkadan gelen yüksek
enflasyonla baltalandığında yani negatif reel getiri ortaya çıktığında acaba
yatırımcılar ne hissetmektedir. Bunu yıllarca tecrübe eden tasarruf
sahiplerinin yerli paraya güveni kaç yılda sağlanır? Bunlar uzun yıllar sorun
olarak enerjimizi azaltacak konulardır. Bu alanda karar vericilerin davranışsal
finans ve psikoloji alanında çalışan akademisyenlerden fikir alması sanırım
ihmal edilen çok önemli bir konudur.
Mevduat
faizleri konusunda bir başka dikkat çeken konu “cam tavan” meselesidir. Bu
kavramı bu alanda görebildiğimiz kadarıyla ilk olarak Mert Yılmaz Bey
kullanmıştır. Bankaların mevduat faizlerini rekabet ortamında serbestçe belirledikleri
varsayılır. Cam tavan kavramı ise mevduat faizinin açıklanmayan bir sınırının olduğunu
bize ifade etmektedir. Bu da TL mevduat sahiplerinin enflasyonun altında
ezilmelerine etki etmekte ve yaşanan dolarizasyon sürecini beslemektedir.
Tasarruf sahiplerinin dolara yönelmelerinin en önemli nedeni kurlardaki artış
beklentisidir. Ancak yıllardır enflasyona eziliyor olmaları da bir diğer
nedendir. Bu ise pek az gündeme gelmektedir.
Türkiye
ekonomisi zor günlerden geçmektedir. Ekonomide aldığınız kararlar bir yeri
yaparken öbür tarafı bozabilir. Büyümeyi önceleyen veya zorlayan demek daha
doğru olabilir politikalar uygularsanız enflasyon sonra da kur sorunu ile
karşılaşırsınız. Sonra da kur ve enflasyonu düşürmek için çaba göstermek
zorunda kalırsınız. Son yıllarda yaşadığımız bu durumun bir örneğidir.
Genişleyici maliye politikası ile ekonomiyi potansiyelinin çok üzerinde
büyüttük bu da beraberinde enflasyon ve kur sorununu getirdi. Şimdi ise görece
sıkı para politikası ile enflasyonu kontrol altına almaya çalışıp, büyümeden
taviz veriyoruz. Ekonomideki daralma da başta işsizlik olmak üzere birçok
sorunu beraberinde getiriyor.
Peki,
ne yapılmalı diye de soruluyor sadece durum tespiti olmaz denebiliyor. Bunu da
zaman zaman paylaşıyoruz aslında. Başta Mahfi Eğilmez hocamızın çok değerli
yazıları oluyor bu konuda. Yapısal reformlar olmadan buradan çıkmamız, bir
takım hedeflere ulaşmamız mümkün görünmüyor. Aslında yapısal reformlara işaret
eden yazılar, konuşmalar bir kamuoyu da oluşturdu ve sık sık gündeme geliyor.
Artık bir an önce başlamamız gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder