Kriz dönemleri gelir dağılımı adaletsizliğini artırabilir. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin artması, zenginin daha zengin fakirin de daha fakir hale geldiğini gösterir. Gelir dağılımı adaletsizliği genellikle gini katsayısı ile ele alınarak değerlendirilir.
Ekonomik kriz hallerinin farklı türleri bulunmaktadır. Bu noktada büyüme oranlarının yanı sıra enflasyon, işsizlik oranları ve döviz kurları gibi göstergeler de dikkate alınır. Son zamanlarda Türkiye’de kriz yaşayıp yaşamadığı yoğun bir şekilde tartışılmıştır. Genel olarak krizden bahsedebilmek için, bazı ekonomistler iki dönem üst üste küçülmenin gerekli olduğunu, bazıları ise potansiyel büyüme oranının belirgin şekilde altında bir büyüme oranının gösterge olarak kabul edilebileceğini belirtmişlerdir. Türkiye’nin potansiyel büyüme oranı yaklaşık %5’dir. Potansiyel büyüme oranının yanı sıra dinamik bir nüfusa sahip olduğumuzu da dikkate alırsak, bırakın negatif büyümeyi %1-2 seviyesindeki büyüme oranları bile ekonomide belirgin şekilde hissedilebilir.
Türkiye’de bireyler tasarruflarını genelde mevduat hesaplarında değerlendirmektedirler. Ekonomiye güven arttığı zaman TL mevduat hesaplarının, azaldığı zaman da döviz tevdiat hesaplarının tercih edildiği belirtilebilir. Yine, finansal sisteme kazandırılması adına ne kadar çaba gösterilse de, insanımız yastık altında altın bulundurmayı da çoğunlukla tercih etmektedir. Hisse senedi, tahvil gibi sermaye piyasası araçlarına ise yıllardır mesafelidirler.
Peki, ekonomik krizler gelir dağılımı adaletsizliğini neden arttırır? Basit bir şekilde anlamak için şöyle düşünebiliriz; Kriz dönemlerinde işsizlik artar bu durum gelir dağılımından görece düşük pay alan çalışan kesimin daha da fakirleşmesi anlamına gelir. Varlıklı kesim ise piyasadaki fırsatları değerlendirerek bir süre sonra servetini daha da artırabilir. Örneğin krizle birlikte fiyatları çok cazip hale gelmiş varlıkları satın alabilirler. Yine bizim gibi yüksek enflasyon yüksek faiz sarmalındaki ekonomilerde tasarruflarını yüksek faiz oranları ile değerlendirerek servetlerini artırabilirler.
Bu yazıda mevduat faiz oranları ve faiz oranlarının gelir dağılımı adaletsizliğine etkisi ele alınacaktır. Öncelikle mevduata uygulanan en yüksek faiz oranlarını inceleyelim. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ndan elde edilen veriler aşağıdaki grafiklerde yer almaktadır. Mevduata uygulanan en yüksek faiz oranları aylık olarak sunulmaktadır. Burada ilgili ayda uygulanan en yüksek faizin hangi banka veya bankalar tarafından uygulandığı ve kaç kişinin veya ne kadarlık bir tasarrufun bu orandan değerlendirildiği paylaşılmamaktadır. Ancak bankaların örneğin 1 milyon TL gibi yüksek mevduata bu oranları uyguladığı belirtilebilir.
TCMB mevduatın vadesini; 1 aya kadar vadeli, 3 aya kadar vadeli, 6 aya kadar vadeli, 1 yıla kadar vadeli, 1 yıl ve daha uzun vadeli olmak üzere 5 grupta değerlendirmektedir. Yazıyı grafiklerle boğmamak için, tasarruf sahipleri tarafından en çok tercih edilen 3 aya kadar vadeli mevduat ele alınacaktır. Aynı zamanda tüm vadeler için benzer bir eğilim söz konusudur. Detay merak eden TCMB’nin veri dağıtım sisteminden ulaşabilir. Ya da sosyal medyadan bize sorulursa cevap verebiliriz.
Aşağıda yer alan grafikte 3 aya kadar vadeli mevduata uygulanan en yüksek faiz oranları yer almaktadır. Bu oran Eylül 2018’de %32,5’e ulaşmış Ocak 2019’da ise %30,41 olarak gerçekleşmiştir. Bu vade tasarruf sahipleri tarafından en çok tercih edilen vadedir. Faiz oranlarının 2018’in yaz aylarıyla birlikte belirgin şekilde arttığı görülmektedir.
Aşağıda yer alan grafikte ise 3 aya kadar vadeli açılan mevduat hesaplarına uygulanan ağırlıklı ortalama faiz oranları yer almaktadır. Burada da faiz oranları 2018 ikinci yarısı itibariyle ciddi ölçüde artmış Eylül 2018’de %25,32 seviyesine ulaşmış Ocak 2019 itibariyle de %22,09’a gerilemiştir.
Mevduata uygulanan ağırlıklı ortalama faiz oranları ile mevduata uygulanan en yüksek faiz oranları doğal olarak birlikte hareket etmektedirler. Burada mevduat faiz oranlarının gelir dağılımı adaletsizliğine etkisini değerlendirmek için, mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı ile mevduata uygulanan ağırlıklı ortalama faiz oranı arasındaki farkı ele alalım. Aşağıda yer alan grafik bunu göstermektedir. Burada 2018 ikinci yarısına kadar en yüksek faiz ile ortalama faiz arasında yaklaşık 300 baz puanlık bir fark olduğu görülmektedir. Örneğin bankaların ilgili ayda mevduata uyguladıkları en yüksek faiz %15 iken, açılan tüm mevduat hesaplarının ortalama faizi %12 olmuştur. Ancak 2018’in ikinci yarısı ile birlikte bu farkın önemli ölçüde arttığı görülmektedir. Burada zenginin, yani yüksek faizden faydalanan yüksek tutarlı mevduat sahibinin, daha zengin olduğu, düşük mevduata sahip olan kişilerin ise daha düşük faiz geliri elde ederek görece daha fakir hale geldiği belirtilebilir. Bu noktada fakirin bankada mevduatı ne arar o bankaya ancak kredi çekmek için gider diyorsanız o zaman durum daha vahim hale gelir. Zira yükselen faiz oranları kredi çekene yüksek maliyet olarak yansıtmaktadır.
Burada yapılan analiz ekonomik krizlerin gelir dağılımı adaletsizliğini bozduğunu kanıtlamaz. Bunun için daha detaylı analizler gerekir. Ancak bu konuda sizlere bir fikir verebilir.
Tasarrufuna %30 gibi yüksek faiz elde edilebilirken, tüketim veya yatırım yapılır mı? Yine yüksek kredi faiz oranları ile kredi kullanarak yatırım yapılır mı gibi sorular bu yazının konusu dışındadır. Ancak kısaca şu tavsiyede bulunulabilir. Özetle buraya ülke risk primindeki artış, para ve maliye politikasının uyumsuzluğu nedeniyle gelinmiş, böylece yüksek enflasyon ve yüksek döviz kurları ile karşılaşılmıştır. Bu noktada sıkı para politikası ile kurlar ve enflasyon baskılanmaya çalışılırken, maliye politikasının bunu desteklemesi beklenir. Örneğin yüksek faiz ile kuru baskılarken bütçe açıklarını artıracak bir hamle yaparsanız diğer koşullar sabitken ülke riskiniz artar buna paralel kurlar da artış gösterir ki, başladığınız noktaya dönersiniz.