Yüksek faiz ekonomiler için önemli bir problem. Faizler nasıl düşer sorusunun cevabını aramadan önce faizlerin neden yüksek olduğunu anlamaya çalışalım. Zira neden doğru anlaşılamazsa, sorunu çözmek o kadar zorlaşır. İster mal ister hizmet olsun, ticari bir faaliyette kar elde edebilmenin koşulu mal ya da hizmetin maliyetinin üzerinde bir fiyat politikası izlemektir. Bankaların temel faaliyeti mevduat toplayıp kredi kullandırmaktır. Mevduat bankaların en önemli fon kaynağıdır ve BDDK’nın 27 Mart 2018 tarihli bültenine göre bankaların toplam kaynaklarının %58’sini mevduat oluşturmaktadır. Vadeli mevduatın %67’si 1-3 ay arası vadeli, %18’i 1 aya kadar vadeli, geriye kalan %15 de 3 aydan daha uzun vadeye sahiptir. Öyleyse 1-3 ay vadeli mevduat hesaplarının faiz oranlarına bir göz atalım.
Merkez Bankası’ndan elde ettiğim veriler aşağıdaki grafikte yer alıyor. Mevduatın faiz oranının Ocak 2017’deki %10’lu seviyelerinden itibaren, önemli ölçüde artış gösterdiği görülmektedir. Son veri olan 23 Mart 2018’de bankaların 1-3 ay arası vade ile açtığı mevduat hesaplarının ağırlıklı ortalama faiz oranı %13,54’dür. Bu oran 1 aya kadar vadede %11,73, 6 aya kadar vadede %14,57, 1 yıla kadar vadede %13,53, 1 yıl ve daha üzeri vadede %11,88 ve toplam olarak bakıldığında da %12,67’dir. Şayet vadeli mevduat hesabınız varsa bu oranlara bakarak ortalamanın üzerinde veya altında faiz alıp almadığınızı da görebilirsiniz. O zaman sorumuzu soralım. Mevduatın faiz oranları neden arttı? Tasarruf sahipleri (mudiler) %5 faiz oranı ile mevduat hesabı açtırmak isterlerken, banka yok olmaz size %14 ile vadeli hesap açalım dememişlerdir. Tasarrufunu mevduatta değerlendirmek isteyen mudiler rekabetçi piyasada kendilerine en yüksek faiz sunan seçeneği tercih ediyorlardır. Peki neden bankalar %13,5 gibi bir faiz teklif ediyor ve mudiler ancak bu orana razı geliyorlar? Bu arada oranın brüt olduğunu, vergi düşüldükten sonra %11,5 oranında net faiz elde edildiğini belirtelim. Mudiler muhtemelen satın alma güçlerini artırabilmek için enflasyon oranını takip ediyorlar. Hali hazırda %10,26 düzeyinde olan enflasyon önümüzdeki 3 ayda böyle kalırsa ortalamada mudiler %1 gibi bir reel faiz elde edecekler. Şayet enflasyon %11,5 seviyelerine çıkarsa o zaman mudilerin satın alma güçleri artmayacak. Tersi olur enflasyon oranı düşerse de reel faiz %1’in üzerine çıkacak. Son dönemde yükselen enflasyondan dolayı aslında mudilerin satın alma güçlerinin pek artmadığını söyleyebiliriz. Yani elde edilen net faiz ilgili dönemin enflasyonu kadar gerçekleşti. Hal böyle olunca mudiler tasarruftan ziyade harcamaya yöneldiler, bu da ekonomik büyümeye kattı sunarken bir yandan da enflasyon artışını beraberinde getirdi. Aynı zamanda kalan tasarruflarını da TL yerine döviz ile değerlendirmeye başladılar.
Bankalarda açılan mevduat hesaplarının yaklaşık %45’ini döviz hesapları oluşturuyor. Dolayısıyla bankaların döviz tevdiat hesaplarına (DTH) verdiği faiz oranlarına da bakmak gerekir. Aşağıda yer alan grafikte de bu 1-3 ay arası vadeli DTH faiz oranları yer alıyor. DTH faiz oranlarının da benzer şekilde hızla arttığı görülmekte. 23 Mart 2018 ile biten haftada bankaların 1-3 ay arası vade ile açtığı DTH ağırlıklı ortalama faiz oranı %3,33’dür. Bu oran 1 aya kadar vadede %2,51, 6 aya kadar vadede %3,01, 1 yıla kadar vadede %2,95, 1 yıl ve daha üzeri vadede %3,73 ve toplam olarak bakıldığında da %2,95’dir. Bu oranların bize yine brüt faiz oranlarını, yani vergi kesintisinden önceki faiz oranlarını gösterdiğini belirtelim. DTH açtıran mudiler şüphesiz elde ettikleri faizin yanı sıra kurların artış göstereceğini başka bir ifade ile TL’nin değer kaybedeceğini varsayıyorlar. Son yıllara baktığımızda Doların TL karşısındaki artışının yıllık ortalamada çift hanelerde seyrettiği görülüyor. Veri setinden detaylara bakabilirsiniz. Mudilerin DTH yönelmesi kurların biraz daha yukarılara gitmesini beraberinde getirdi. Kurlar da tekrardan enflasyonu tetikledi. DTH mi? TL mevduat mı? Hangisini tercih edelim diyorsanız, karşılaştırma için Dolara Yüksek Faiz! Öyle mi? başlıklı yazıya bakabilirsiniz.
Enflasyon çok yüksek olduğu için mudilerin döviz hesaplarına yönelerek kurdaki olası artışlar ile satın alma gücünü korumaya çalıştığını, yani ülkemizde dolarizasyonun hız kazandığını risk algımızdaki artış da buna eklenince, kurların alıp başını gittiğini, bu durumun da dönüp dolaşıp tekrardan enflasyonu artırdığını görüyoruz. Dolayısıyla mudilerin TL hesapları tercih edeceği, bunun için de TL hesapların yeterli reel faiz sunduğu, diğer taraftan harcamalarının kısılarak tasarrufların arttırıldığı bir ortama ihtiyaç var. Bunun için de enflasyonun düşmesi gerekiyor.
Bankalar TL mevduat ve DTH bu oranda faizleri öderken, yurtdışı kaynaklardan da dolar bazında %6 civarındaki faiz oranlarıyla borçlanmalar gerçekleştirmektedir. Hal böyle olunca bu oranların üzerinde bir kredi faizi belirlemektedirler. Bu konuda bankaların orantılı davranıp davranmadığını değerlendirmek isterseniz Kredi Mevduat ve Faiz Oranları başlıklı yazıya bakabilirsiniz.
Enflasyonu kim düşürecek?
Merkez Bankası. Bu konuda görev ve sorumluluk Merkez Bankası’na ait. Özetlemek gerekirse, Merkez Bankası’nın faizleri artırarak, böylece kurları frenleyerek, enflasyonu düşürmeye çalıştığı ancak ortaya konan çabanın yeterli gelmediğini gördük son bir yılda. Aslında enflasyonu düşürebilmek için faizleri yükseltmemiz gerektiği, yüksek faizin bir taraftan harcamaları baskılayıp tasarrufları artırırken ülkeye döviz girişlerini de artıracağı ve böylece enflasyonun gevşemesi ile faizlerin düşeceği konusunda hem fikir olsak yol alabiliriz. Yani uzun vadede faizleri düşürebilmek için kısa vadede yüksek faiz gerektiği konusunda. Ancak faizleri düşürebilmek için bir süre yüksek faize, acı reçeteye, dayanabilmemiz gerekiyor. Aslında belki de hem fikiriz ancak Merkez Bankası o süreyi bir türlü bulamıyor da diyebiliriz. Yurtdışı finansman koşullarının zorlaştığı (bol para döneminin sonuna gelinmesi ve yurtdışı kaynakların faiz oranlarının artması) bir dönemde, yerli yatırımcı da döviz talebini artırırken buna büyümenin sürdürülmesi için harcamaların teşvik edildiği bir ortam eklenince, enflasyonda da hedeflere ulaşmanın zor olduğu söylenebilir. Sadece tek haneli bir enflasyon oranına ulaşılabilir ki, piyasadaki iyimser beklentiler de bu minvalde. Tek haneli de olsa yüksek enflasyon, bizim yüksek faiz problemimizi çözmenin önünde engel olarak durmaya devam edeceğe benziyor. Diğer taraftan yapısal reformlar ile dış finansmanı ülkemize sıcak para şeklinde değil de soğuk para yani doğrudan yatırımlar şeklinde çekmemiz gerekiyor. Ancak son zamanlarda dış finansmanda sıcak paranın oranı artarken soğuk paranın oranı azalıyor. Bu konuyu ise yüksek faizle değil yapısal reformlar ile çözebiliriz.
Enflasyonu düşürmeden faizleri düşüremez miyiz?
Enflasyonun çift hanede ve ileride de yüksek kalacağı beklenen bir ortamda, örneğin %5 faiz oranı ile mevduat hesabı açtıracak birilerini bulabilir miyiz? Sanırım hayır. Dolayısıyla bu yolla çözemeyiz. Mevduat ve kredilerdeki vergi yükünü azaltırsak olabilir mi? Bu mümkün. Ancak bu durumda da açığı son yılda önemli ölçüde artan bütçeye bir yük gelecek demektir. Kamu bankaları eli ile düşük faiz ile kredi kullandırma uygulamasına gidilebilir mi? Bu da mümkün. 2017 yılında bankacılık sektörünün 49 milyar TL’lik karının %37’si kamu bankalarına ait. Ancak bu durum da 90’lı yılların görev zararlarını hatırlatması açısından dikkat edilmesi gereken bir konudur. Bu tür uygulamalar ile belirli bir kesime belirli süre ile faizleri düşürebiliriz. Enflasyonu düşürmeden faizleri kalıcı olarak düşürmek mümkün olmaz.
Adam Smith’in görünmez eli piyasaları dengeye getirse bu çabalara hiç gerek kalmasa diyoruz ancak devletin müdahalesi bazen gerekiyor, ancak istenen sonuçlar her zaman alınamıyor. Bir iki örnek verelim. 2006 yılında bazı ürünlerde KDV indirimine gidildiğinde fiyatlarda beklenen indirim pek olmamış bazı firmalar “zaten zam yapmayı düşünüyorduk zam yapmayıveririz” deyip fiyat indirimine pek sıcak bakmamıştı. 2017 yılında çeşitli sektörlere verilen desteklerde de benzer durumlar yaşandı. Vergi indirimlerinin fiyatlara pek yansımadığı, sadece indirim dönemi bittikten sonra firmaların “vergi indirimi biz karşılıyoruz” diyerek bir süre daha satışlarını artırmaya çalıştıklarına dair birçok haber yapıldı. Yani vergi indirimleri ile harcamalar artırılabiliyor ancak enflasyonu düşürmek pek mümkün olmuyor. Enflasyon düşmeyince faizler düşmüyor, yüksek faizler de dönüp dolaşıp enflasyonu artırıyor. Birbirini besleyen ve kesinlikle kırmamız gereken bir döngü ortaya çıkıyor.
Bu konu üzerine çok şeyden bahsedilebilir. Kısaca bir konuya daha değinelim. Yüksek faiz reel sektör yatırımlarının önünde büyük bir engel. Yüksek faiz ile özel sektörün karlı yatırımlara girişmesi zor. Ancak reel sektörü yatırımdan vazgeçiren veya erteleten başka faktörler neler? Faizin dışında ne tür konular var. Buraya da eğilmemiz sorunları bizzat reel sektörden dinlememiz gerekiyor.
Dünyada faizlerin arttığı ve dış finansman koşullarının zorlaştığı, ülkemizin ise özellikle reel sektörün döviz borcunun geldiği nokta dikkate alınarak, reel sektör ve finans sektörünün görüşlerine başvurup yapısal reformlara eğilerek, ülkemizin bu sıkıntılı süreci de atlatabileceğini umuyorum.