Bu yazımda geçmişte yaşadığımız banka
iflaslarını ve bu iflaslardan günümüz için ne tür dersler çıkarmamız
gerektiğini değerlendireceğim. 1990’lı yıllar yüksek enflasyon ve yüksek faiz
oranları ile geçti. 1994 yılında 5 Nisan Kararları olarak anılan kararlar ile
devalüasyon yapıldı, o zaman sabit döviz kuru sistemi uygulanmaktaydı ve Dolar TL karşısında %166! oranında değer kazandı. Aynı zamanda tasarrufların finansal
piyasalara kazandırılabilmesi için mevduata %100 devlet güvencesi getirildi.
Yani bankaların batması halinde tasarruf sahipleri mağdur edilmeyecek, paraları
devlet tarafından ödenecekti.
Kronik ekonomik sorunlarımızdan
kurtulmak adına 2000 yılı başında önemli bir adım atılmış olsa da, uygulamada
yaşanan sorunlar nedeni ile Kasım 2000’de çok ciddi bir likidite krizi yaşandı.
Bankalararası piyasada faiz oranları %7500! gibi rekor bir düzeye çıktı.
IMF’nin sunduğu ek likidite ile durum atlatılabildi ancak sorunlar
geçiştirildi. Şubat 2001’e gelindiğinde ise Cumhuriyet tarihimizin en büyük
“yerel” krizi ile karşı karşıya kaldık. Sabit döviz kuru sisteminden, dalgalı
döviz kuru sistemine geçildi, TL yine büyük oranlı değer kayıpları yaşadı. Ekonomi daraldı, işsizlik arttı, bankacılık
sistemimizin üçte biri çöktü. O yıllarda yaşanan banka iflasları yüzünden
devletin yaklaşık 40 milyar Dolar zararının olduğu belirtilmekteydi. Mevduata %100 devlet güvencesi altındaydı dolayısıyla bu bedeli
toplum olarak hep birlikte ödedik.
Bankalar
neden battı?
BDDK o süreçlerde batan 20 bankanın
12’sinin “mali bünyelerinin bozulması ve
banka kaynaklarının hâkim ortakların lehine ve banka zararına sebep olacak
şekilde kullanılması nedeniyle” Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na
devredildiğini belirtmektedir. Yani söz konusu bankalar zarar ederken, hâkim
ortaklar bu durumdan karlı çıkmış! Halk dilinde “banka hortumlama” denilen şey
yaşanmış. Sanırım mevzuatın yetersizliği ve denetim eksikliği bu durumların
ortaya çıkmasındaki temel faktörler. BDDK kuruldu, bankacılık sistemi yeniden
yapılandırıldı bu tür olaylar bir daha da yaşanmadı. 2008 yılında baş gösteren
küresel finans krizi ile dünyada birçok banka batarken bile Türkiye’de herhangi
bir banka iflası yaşanmadı.
Banka zarar ederken bu durum hâkim
ortakların lehine nasıl işler? Tasarrufların günümüzdeki kadar çok olmadığı
aynı zamanda yüksek faiz oranlarının söz konusu olduğu geçmişte, bankalar topladıkları
mevduatı devlete yüksek faiz ile borç vermekte bir kısmını da holding
bünyesinde kendi şirketlerine kredi olarak kullandırmaktaydılar. Bireysel krediler
ise yok denecek kadar azdı. Bankanın kredi kullandırdığı şirketler, yaptıkları
ticari alışverişlerde zarar ediyor sonrasında da, bankaya olan kredi borcunu
geriye ödeyemiyor böylece bankanın da mali bünyesi bozularak iflas ediyordu.
Hukuki süreçlerde 12 bankanın hâkim ortaklarının bu durumlardan avantaj
sağladığı tespit edildi.
Kredi
Garanti Fonu ne tür sonuçlar doğuracak?
KGF son zamanlarda adını sıkça
duyduğumuz bir devlet kurumu. İşletmelerin finansmana ulaşmalarına destek
oluyor, bankalardan alınan kredilere kefil oluyor. İşletmelerin finansmana
ulaşmaları sayesinde ekonomik büyüme ve istihdamın olumlu şekilde etkileneceği
öngörülüyor. Dolayısıyla çok büyük öneme sahip bir kurum. Zira genç
girişimcilerin, kadın girişimcilerin yenilikçi fikirleri desteklenebilir,
ihracat potansiyeli yüksek olan, cari açığımızın azalmasına katkı sunan,
ihracatımızın kalitesinin artıran, alternatif enerji kaynaklarını harekete
geçiren işletmelerin desteklenmesi ekonomiye önemli katkılar yapabilir. Önceki
yıllarda verilen kredilere kıyasla, 2017 yılı KGF kredilerinde çok yüksek bir
artış var. Dolayısıyla bu kredilerinin etkisini bu yıl görmeye başlayacağımızı
söyleyebiliriz.
Günümüzde banka kredileri içinde geri
ödenmeyen yani batık kredilerin oranı %3 düzeylerinde. KGF kredilerinin etkisi
ile bu oran artabilir ve hem bankalar hem de hazine bu durumdan olumsuz yönde
etkilenebilir. Uygulamanın suiistimale uğramaması gerekir. Bir ekonomik kriz
yaşanması halinde ise devletin büyük bir yükün altında kalma riski
bulunmaktadır. Bu konuda daha detaylı değerlendirme için Kredi Garanti Fonu'nu Yanlış Anlıyoruz başlıklı yazımı okuyabilirsiniz.
Geçmişte banka iflasları ile devletin
karşılamak zorunda kaldığı zararın bir benzeri, KGF desteği ile bankalardan
kredi kullanan işletmelerin iflası ile karşımıza çıkabilir.
KGF RİSKİN % 7 LİK KISMINA KEFALET VERİYOR. ASIL RİSKİ BANKALAR TAŞIYOR.
YanıtlaSilHocam peki bu sistemde devlet her batık krediye garantör olacak mi,bir koşulu yok mu?
YanıtlaSilKGF ile %100 varan kefalet söz konusu. Kullandırılan kredi ve verilen kefaletler 250 milyar TL'ye dayanmış bulunmakta. Temerrüt halinde şuan uygulanan tazmin oranı %7. Yani kredi ödenmediği zaman hazine bunun %7'sini karşılayacak. Müsteşarlık azami %10’a kadar tazmin üst limiti belirlemeye yetkili. Yani batık kredilerin %10'a kadarı bankalara ödenebilecek. Ancak Bakanlar Kurulu Kararı kapsamında verilen kefaletlere ilişkin bir üst limit yok. Yani %10’luk bir üst sınır söz konusu değil.
YanıtlaSilBankacılık sektörünün batık kredi oranı günümüzde %3,2 düzeyinde. Batık krediler varlık yönetim şirketlerine satılıyor olmasa, bu oran şüphesiz daha yüksek çıkacaktır. KGF ile kullandırılan kredilerde bu oranın daha yüksek olacağı öngörülüyor.
250 milyar TL'lik tutarın %10 hazineye kalsa 25 milyar TL yapıyor...